ATÖLYE GEZİLERİ - Aslı ışıksal

Ayça: Bizi atölyenizde ağırladığınız için teşekkür ederiz. Kendinizi tanıtır mısınız?

Aslı: Merhaba, ben teşekkür ederim geldiğiniz için. Ankara’da yaşayan, üreten ve ağırlıklı olarak İstanbul galerileri ile çalışan bir sanatçıyım. Aynı zamanda da Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesinde öğretim üyesiyim. 

Ayça: Bu iki kimliği nasıl dengede tutuyorsunuz?

Aslı: Lisans döneminden kısa bir süre sonra Hacettepe’de yüksek lisans yapmaya başladım ve farklı hocalarla yoğun bir tempoda çalışma fırsatım oldu. Zafer Gençaydın, Ferhat Özgür ve Hüsnü Dokak gibi akademide dersler veren ve alanında yetkin olan hocalarımızın yaklaşımları ve motive edici destekleri sayesinde hızlıca ilerlediğimi hissettim. Akademide oldukça özgün insanlar bulunmakta ve bu sayede de öğrenci profilimiz çok iyi, kısaca pırıl pırıl ve yaratıcı zihinlerin kesiştiği bir bir yer Güzel Sanatlar Fakültesi. Bilgilerinizi ve vizyonunuzu sürekli güncellemeniz gereken bir alan. Elbette bağımsız bir sanatçı kadar çalışamıyor insan ama bu iki kimliği birlikte yürütmenin birbirini destekleyen farklı katmanları var. İyi öğrencilerle çalışmak, verimli bilgi alışverişinde bulunmak yeni düşüncelerin ve projelerin doğmasına neden oluyor, bu yüzden bir sanatçı için ideal bir beslenme alanı akademi, ayrıca sanatçı olarak yaptıklarımız da öğrencilerimizi etkiliyor, bir tür rol model oluşturuyor. Elbette bağımsız bir sanatçı kadar bölünmeden atölyemde vakit geçirmeyi isterdim, bu ayrı bir konu… Akademik çalışma hayatı içindeki sorumluluklar ve idari iş yükü sanatsal üretimi zaman zaman yavaşlatabiliyor.  

Ayça: Bir memuriyet durumu var değil mi?

Aslı: Kısmen. Ders verme aşamalarında çok yok, o kısım eğlenceli ama idari sorumluluklarda ve arka planda yapmanız gereken işlerde bu durum var. Örneğin çok iyi yerlerde sergiler düzenliyorsunuz, çok iyi sanatçılarla iş birlikleri yapıyorsunuz ya da uluslararası bir projede yer alıyorsunuz ancak bu, akademinin kriterlerine uymayabiliyor. 

Ayça: Siz uzun zamandır akademini içinde olan bir sanatçısınız. Yıllar içinde değişen öğrenci profilleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslı: Pandemiden sonra tempo biraz yavaşladı, ilgiler çabuk dağılıyor.

Melike: Bizim hocalar da bunu söylüyor. Sizi artık tutamıyoruz, dikkat süreleriniz eski öğrencilere göre oldukça kısa diyorlar.

Aslı: Şimdilerde videoların, filmlerin ve müziklerin de süreleri kısaltılıyor, tüm dikkatimiz bir reels süresi kadar, yeni nesil de bu formata uygun yaşıyor ancak Hacettepe Güzel Sanatlarda okuyan öğrencilerimizin çoğu bu işi seçmiş kişiler, severek geldikleri için de başarı oranları çok yüksek. Nadir de olsa mezuniyetten sonra bu alanın tamamen dışına çıkanlar var ama devam eden ve üreten kişi sayısı çok. Bazı öğrencilerimiz ile birlikte çalışma fırsatım da oldu. Mutlaka bir yerlerde sergi açtıklarını ya da farklı projelerde yer aldıklarını duyuyoruz, bu da bizler için onur verici. 

Melike: Sizin akademiye girme motivasyonunuz neydi? Yıllar içinde kalma isteğiniz değişti mi?

Aslı: Yüksek lisansa başladığımda yarıtıcı diyalogların olduğu karşılaşma ortamları doğmuş oldu ve  atölyede bulunan herkesin çalışma temposu acayip yüksekti. Engin Esen, Ayşenur İpek, Barış Yılmaz gibi şu an akademisyen olarak farklı üniversitelerde çalışan insanlarla birlikteydim. Fikir alışverişlerimiz çok iyiydi, birlikte sergilere katılıp projeler ürettik, bir inisiyatif kurduk hatta o dönem bir arkadaşımız Burhan Doğançay’ın asistanlığını yapıyordu. Hakikaten burada olmam gerekigerekiyor dedirten nüanslardı bunlar. Öyle bir motivasyonla burada kaldım, iyi ki de kalmışım çünkü zaman içinde sanat üretimine bakmadığım açılardan bakmayı öğrendim.

Melike: Hiç bırakmayı düşündünüz mü?

Aslı: Uzun süreli kadro bekleyişleri ya da yönetimsel zorluklar karşımıza sıklıkla çıktığı için elbette bırakmayı zaman zaman düşünüyorum, atölyede tam zamanlı üretim yapan bağımsız bir sanatçı olmayı kim istemez ki. Ama beni burada tutan ve ilham veren şey, öğrenciler ve doğal olarak aramızdaki etkileşimin kendisi.  

Ayça: Sizin öğrenciniz olarak, bence öğretmen de dahil atölyelerde herkes bir şeyler öğreniyor. Bir beyin fırtınası ortamı var ve akademinin en besleyici yönünün bu olduğunu düşünüyorum. Farklı malzeme deneyimlemeye imkan sağlıyor. Sizin işlerinize de baktığımızda disiplinlerarası bir sanatçı olduğunuzu görüyoruz. Farklı medyumlar kullanıyorsunuz; 3D print, suluboya, akrilik boya gibi. İçeriğe göre mi biçim oluşuyor yoksa bir biçim üretip mi içerik oluşturuyorsunuz?

Aslı: İster istemez yıllar içerisinde uğraştığınız belli başlı kavramlar ve içerikler oluyor. Mesela 3D printi deneme fikri; sınırlarda uyuyan insanları incelediğim, daha çok dünya ve yeryüzü kavramları arasındaki farklar üzerine düşündüğüm bir sergiyi tasarlarken ortaya çıkmıştı. Tilki’deki “Uyku Modu” başlıklı bu sergi için dünyanın uzak ve yakın görüntüsüne ihtiyacım vardı, fotoğraf çekerek işe başladım, durağan görüntünün yetmediği yerde de video çekmeye başladım ve bu sergideki durağan ve hareketli görüntü ilişkiselliği beni sonunda 3d heykellere yönlendirdi. Kısaca hali hazırda üzerine düşündüğüm kavramlar, biçim ve içerik ilişkisi bağlamında üretime dönüşüyor.

Melike: Piyasada bazen gördüğüm ve ayrımını yapmakta da zorlandığım bir konuda sizin de fikrinizi merak ettim. Sizce bir sanatçının kendini tekrarlaması ve kendi stilini bulması ne noktada ayrılır?

Aslı: Bir sanatçının kendini tekrar etmesi sıklıkla karşılaşabileceğimiz bir problemdir çünkü sanat piyasası ya da kurumları, sanatçının kabul görmüş uslubünun değişkenlik göstermesini istemez, bunun yerine sanatçıdan arz ve talep doğrultusunda oluşmuş risksiz bir çizgide üretim yapması beklenir ki bu da tekrara düşmeye izin verir. Buna rağmen bir sanatçı, risk alıp her şeyi deneyebildiği sürece sanatçıdır.

Melike: Siz hiç kariyerinizde böyle bir baskı hissettiniz mi?

Aslı: Elbette. Daha çok 3d baskı işlerini görmek istiyoruz bu sergide gibi yönlendirmeler var ve her zaman da olacktır. 

Melike: Sizce günümüzde üretilen politik işlerin sokakta bir karşılığı var mı?

Aslı: Politik işlerin bir dönemi vardı ve zamanın ruhu ile ilgiliydi, şimdilerde aşırı politize olmuş bir dünya görüşü yok, var ama yok diyebiliriz. Daha çok yeni dünya düzenine angaje olmuş, uyumlanmış, kısmen de hypnotize olmuş gibiyiz, bu ne kadar sınırlarımızı zorlayacak bilmiyoruz ama zaman içinde homojen çözümler ve yapılar geliştireceğimiz kesin. Günümüzde, üretilen işlere baktığımızda doğanın ve ekolojik sorunların merkezde olduğunu görüyoruz, elbette çevre ve ekolojinin de arkasında insan olmaya dair bir aksaklığı ve kötülüğü işaret eden politik bir mesele var, hiçbir şey politik olandan tam olarak bağımsız olamaz ama şimdilerde bu konular bile  eskidi ve yerini AI, sanal dünya, arttırılmış gerçeklik vb. konular aldı. İşler bu tarafa doğru gidiyor gibi, hatta AI sonrası ütopik ve distopik geleceğin birlikteliğine bile geçildi. Hızlıyız. 

Melike: Sizlerin mezun ettiği öğrenciler, geleceğin sanat dünyasını şekillendirecek insanlar olacak. Sizce 10 yıl sonra nasıl bir sanat piyasası olacak Türkiye’de? Nasıl öngörüyorsunuz?

Aslı: Çok yetenekli insanlar var hakikaten. Çeşitli malzemelerin farklı alanlarda kullanımı söz konusu, zaman zaman bir mermer suymuşcasına algınabilecek formlara sokuluyor, hiç hareket etmesi beklenmeyen bir heykelin kinetik özelliğe sahip olup hareket ettiğini görebiliyoruz. 10 yıl sonra içine daha çok yapay zekanın, sensörlerin, mappinglerin girdiği, farklı alanları birleştiren icatsı yönlerin ön plana çıktığı işlerin hakim olacağını düşünüyorum. 

Ayça: Doktora tezinizi tez yazma sürecimde okumuştum. “Ben’in keşfi” ve içerisinde aslında çok özel notlar barındıran bir derleme olarak okudum. Özel ve öznel parçaları okuyuculara açmak bence bir cesaret işi. Buna nasıl karar verdiniz, çıkış noktanız neydi?

Aslı: “Ben’in Keşfi”ini yazarken düşüncem şuydu; bir tezi daha keyifli okunabilir yapacak şey nedir? Biz sanat sürecimizi yazarken tarihi bir inceleme yapmak mecburiyetinde değiliz, daha serbest bir yazım biçimi benimseyebileceğimiz gibi, kronolojik bir sıralama olmaksızın bize ilham veren her türlü bilgiye de yer verebiliriz, özgürüz yani yazarken. Bana giriş bölümü ile ilgili gelen eleştirilerden biri “de giriş bölümünün giriş gibi olmaması yönündeydi ama ben bunu tezin okunması için bilerek yapmıştım amaç okurun ilgisini çekmekti. Elbette öznel dünyanızı açığa çıkaran bir metin yazarken aşırı duygusallaşmak hatta sığlaşmak mümkün, o yüzden kuramsal bir bakış açısıyla hikayeyi ele almak gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak tezim çok beğenildi ve pozitif geri dönüşler aldım.  

Melike: Atölyede bir üretim gününüz nasıl geçiyor?

Aslı: Daha geçen gün bir arkadaşımla birbirimize anlatıyorduk atölye günlerimizi. Ev konfor alanınıza atıfta bulunduğu için bir türlü atölye olamıyordu benim için, Okulda çalıştığım zamanlarda da oradaki malzemeleri toparlamaktan ya da depoya kaldırmaktan yorulduğumu anladım. O dönemlerde Doğu Gündoğdu ile onun studyosunda litografi yapıyorduk, bu süreç yani her gün bir atölyeyi açma, kahveni yapma ve çalışmaya başlama fikri mekan aramalarımı hızlandırdı. Şu anda içinde bulunduğum atölyemi yine aynı sokakta bulunan bir başka sanatçı arkadaşım Ramazan Can buldu, sağ olsun, Bu mekanı seramik atölyesi olarak kullanan kişiler henüz taşınmamıştı ve içerisi koyu lacivert bir renge boyalıydı, bu aşamadayken tuttuğum için burayı, asla resim yapamayacağım fikrine kapılmıştım çünkü bir ressam için her şeyden önemli olan şey, ışıktır. Neyse ki duvarlar boyandıktan sonra ferah ve aydınlık bir bir hava geldi atölyeye, hastalık dönemimde neredeyse 6 ay hiç açamadım atölyenin kapısını ama zamanla bağlandım buraya ve çalışmak keyifli hale geldi.

Bir üretim gününde ise şunları yapıyorum; öncelikle atölyeye gelir gelmez bir kahve demliyorum, buranın en hoş rutini benim için. Eğer etraf dağınık ise hareketlerim ve zihnim yavaşlıyor, bundan hoşlanmadığım için küçük çaplı bir düzenleme ve temizlik yapıyorum eğer bir önceki günden derli toplu bırakabildiysem atölyeyi ve yapacağım şey belli ise başlamam çok kolay oluyor. Yapacaklarım belli değilse koltuğuma uzanıp okuyorum ve yapmak istediğim işi düşünüyorum, tasarım aşamasına geçtiysem de bilgisayar başında ya da kağıt üzerinde çalışıyorum, çıkış saatim genelde belli olmuyor, bazen çok erken, bazen sabahlamalı.  Günün bir güzel saati de Tunç’un uğradığı saat.

Ayça: Bizim sorularımız bu kadardı. Bizi misafir ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.

Aslı: Ben teşekkür ederim, çok keyifliydi.

Röportaj: Ayça Güneş / Melike Serin

Fotoğraflar: Melike Serin

Önceki
Önceki

Vaa / herhangi bir ahmet ile müzik ve plastik sanat üzerine bir konuşma

Sonraki
Sonraki

Provoke - Protesto ile Performans Arasında