Sanatçılarının gözünden: toplanma Alanı
UNITE yeni sezonu, paylaşım ve ifadeyi önceleyen “Toplanma Alanı” sergisiyle karşılıyor. Bir açık çağrı ile doğan ve 13 Eylül 2025’de ziyaretçileriyle buluşan Toplanma Alanı’nın 21 sanatçısı ise bizlere işlerini ve kendilerini bu yazıda anlatıyor. Sanatçıların cevapları, hem sanatsal pratiklere hem de sanatın mekânla ilişkisine dair samimi ve düşündürücü birer pencere açıyor.
Sanatsal pratiğinizi kısaca nasıl tanımlarsınız? Çalışmalarınızda genellikle hangi temalar, materyaller veya kavramlar ön plana çıkıyor?
İrem Karagöz Terzi: Sanatsal pratiğim, görsel kodlama ve bilgi parçalanması üzerine kurulu. Çalışmalarımda sık sık veri, sistemler ve görsel dilin yeniden kurgulanışı ön plana çıkıyor. Renkler ve çizgiler, hem dijital hem de organik olanın birleşimini temsil ediyor. Materyal olarak genellikle tuval ve akrilik boyayı tercih ediyorum. Düzensizlik ile düzen arasındaki gerilim, çalışmalarımın temelini oluşturuyor.
Ediz Var: Sanatsal pratiğimde temel çıkış noktası, fiziksel ve zihinsel alanların varlığı ve bu alanların birbirleriyle kurduğu ilişkidir. Çalışmalarımda özellikle nesne, mekân ve insan arasındaki karşılıklı etkileşimleri araştırıyorum. Beton ve taş gibi ağır, kalıcı malzemeler aracılığıyla mekânın maddeselliğini görünür kılarken; aynı zamanda bu maddesellik içinde ortaya çıkan sınır, oyun ve deneyim kavramlarını sorguluyorum. Benim için alan yalnızca fiziksel bir boşluk değil, aynı zamanda zihinsel ve deneyimsel bir üretim alanıdır. Dolayısıyla işlerim, nesne–mekân, mekân–insan ve insan–nesne arasındaki dinamikleri açığa çıkararak, izleyiciyi alanın yalnızca görünen değil, aynı zamanda kavramsal boyutuyla da ilişkiye davet eder. Bu süreçte tuval işlerimin minimal ve basit estetiği de benim için önemli bir tercih; çünkü sadelik, kavramsal yoğunluğu daha görünür kılıyor ve alanın özüne odaklanmayı sağlıyor. Bu yaklaşımın, sanat pratiğimde doğru ve gerekli bir tutum olduğuna inanıyorum.
Arzu Şemsi Kaygusuz: Heykel ve enstalasyon üzerinden doğayla kurduğum ilişkiyi araştırıyorum. Çalışmalarımda karga ve kuzgun figürleri öne çıkıyor; onların özgür, vahşi ve sezgisel dünyaları bana ilham veriyor. Kargalara karşı bir aidiyet hissediyorum. Çalışmalarımda da kendi kargalarımı yeniden yaratıyor, onlarla yeni bir bağ kuruyorum. Malzeme olarak ağaç kabuğu, dal, metal gibi hem organik hem de dokusal yüzeyleri bir araya getiriyorum.
ARZU ŞEMŞİ KAYGUSUZ, “Karga”, Metal, 21x30x35 cm (2025)
Eren Kenar: Pratiğim genel olarak resimsel elemanlara dayanıyor. Özellikle bu sergideki işlerim büyük oranda teknik denemeler ve o anki hislerime dayalı resimde yaptığım ufak değişiklikleri içeriyor. Materyal olarak genelde yağlıboya ve grafit kullanıyorum. Aynı zamanda dijital de çalışıyorum.
Nida Erdoğan: Sanat pratiğim, bireysel bir travmanın izinde gelişti. Travma, bellek ve tekinsizlik kavramları etrafında şekillendi. Çocuklukta yaşadığım kuş fobisi, erken dönem işlerimde ölü kuş imgeleriyle görünür oldu. Kuşları yalnızca kaskatı kesilmiş, soğuk ve donuk hâlde resmetmek, bilinçaltımda bir hesaplaşmanın görsel karşılığı olarak okunabilir. Bu ölü bedenler, travmanın bellekte bıraktığı izlerin metaforuna dönüşürken son yıllarda bu ifade biçimi düğüm formlarına evrildi.
Pelin Bulu Yılmaz: Sanatsal üretimim, bireyin kendilik deneyimi ile toplumun dayattığı normlar arasındaki çatışmalı ilişkiyi görünür kılmayı amaçlıyor. Freud’un tekinsizlik kuramı ve özellikle doppelgänger (öteki-benlik) kavramı, işlerimin temel çıkış noktasını oluşturuyor. Bu kavramsal yapı, Jung’un gölge ve persona arketipleriyle birleşerek, bastırılmış benlik ile sosyal maskeler arasında gidip gelen çok katmanlı bir kimlik sorgulamasına dönüşüyor. Çalışmalarımda sıklıkla kendi beden kalıplarımı, giysilerimi ve kişisel iz taşıyan nesneleri kullanıyorum. Silikon, alçı, kumaş ve vakumlu ambalaj gibi malzemeler aracılığıyla benliğin çoğalmasını, parçalanmasını ve saklanmasını temsil eden yapılar oluşturuyorum. Dondurulmuş giysiler, vakumlanmış yüz kalıpları, çoğaltılmış beden parçaları gibi formlar hem bireysel arşivlemeye hem de kimliğin seri üretime maruz kalışına göndermede bulunuyor. İçsel çatışmalar, bastırılmış arzular ve görünmez benlik katmanları; işlerimde hem fiziksel biçim hem de kavramsal derinlik olarak yer alır. İzleyiciyi tanıdık olanın içindeki yabancılıkla yüzleştirmeyi, benliğin karanlık ikiziyle kurduğu gerilimli ilişkiyi düşünmeye davet ediyorum. Bu bağlamda, sanat pratiğim aynı anda hem kişisel bir yüzleşme hem de kolektif bir bellek araştırması oluyor.
Başak Bilgehan: Pratiğim aslında resim temelli illüstrasyona dayanıyor. Hızlı çıkan, güdüsel ama bir o kadar da rastgele olmayan çizgilerim var. Resim temelli dememin nedeni bu. Çizerken kendimi hep bir hikaye yazarken buluyorum ve bu hikayeler hep bir şekilde deniz teması etrafında şekilleniyor. Doğa benim en büyük ilham kaynağım, resimlerimde de büyük rol oynuyor. Günlük pratiğimde materyalim eskiz defteri ve kesik uçlu bir kalem olsa da aslında bir kısıtlamam yok. Yapmak istediğim işe hizmet edecek her materyali kullanırım. Son zamanlarda bu benim için serigrafi ve dijital sanat.
Meli R. Öztürk: Sanatsal üretimlerim mekansal hafıza, belleğin maddi-mekansal izleri, arşivleme ve dışarıda bırakma pratikleri üzerine yoğunlaşıyor. Bireysel ve kolektif belleğin fiziki ve karmaşık katmanlara sahip olan dokusunu deşifre ederek izleyiciye alternatif anlatılar sunabilecek yöntemlerle, arşivleme eyleminin şeffaflığı, ulaşılabilirliği ve anlamsal derinliği üzerine odaklanıyorum ve sorguluyorum. Temsiliyet, dışarıda bırakma pratikleri, tarihsel ve kültürel birikimin sorgulamasını ve bu birikimlerin yeni kavramsal düzlemlerde yeniden tartışılmasını amaçlıyorum. Metin ve araştırma bazlı bir yöntemi benimseyerek dijital-karşı haritalama, masa oyunları ve katılımcı sanat projeleri geliştiriyorum. Malzeme odaklı çalışmalarımda malzemenin deneyselliğini, zamansal ve mekansal dinamiklerin bellek üzerindeki etkilerini sorgulayarak dikiş, dokuma ve yeniden arşivleme gibi teknikler kullanıyorum. Bu çalışmalarımda arşivleme, silme, koruma ve anonimleştirme gibi süreçleri hem kavramsal hem de biçimsel olarak üretimlerime dahil ediyorum. Bu yöntem ele aldığım konuların sosyolojik, kültürel ve politik boyutlarını sorgulayan bir araştırma metodu olurken arşivleme ve sergileme pratikleri arasında bağlantılar kurduğum bir alan haline geliyor.
Pınar Çoker: Sanatsal pratiğimi, baskı teknikleri ile ışık ve zaman arasındaki ilişkiyi araştıran bir alan olarak tanımlayabilirim. Özellikle serigrafi, bana hem grafiksel bir dil kurma hem de katmanlı bir anlatım geliştirme imkânı sunuyor. Bu tekniği, yalnızca çoğaltma aracı olarak değil, görselin algısal sınırlarını esneten bir deneyim alanı olarak görüyorum. Çalışmalarımda sıklıkla fotokromik boyalar ve UV ışık kullanıyorum. Bu malzemeler sayesinde işlerim sabit bir yüzeyden öteye geçerek çevresel koşullara göre değişen, dönüşen ve bazen de görünmezleşen bir yapıya bürünüyor. Bir anlamda iş, kendi ömrünü izleyici ile yaşıyor. Güneş ışığında ortaya çıkan, UV altında görünür hale gelen ya da karanlıkta yok olan formlar; görünür/görünmez, kalıcı/geçici, sabit/akışkan kavramlarıyla sürekli bir gerilim içinde oluyor. Bu da işi izlenen bir nesne değil olmaktan çıkarıp aktif olarak deneyimlenen bir sürece dönüştürüyor.
İrem Deniz: Sanatsal pratiğim içsel çatışmaları, karmaşaları; duygu ve hisleri, zihnimdeki parçalanmaları ve içsel geçişleri seramik ile somutlaştırarak görünür kılmaya dayanıyor.
İris Nil Akdal: Çalışmalarımda çoğunlukla, kosmosun en büyük parçasından en küçük parçasına kadar olan ve değer atfedilebilen her türlü varlığı ön plana çıkarmak ve bir eser haline getirmeyi önceliyorum.
MEHMET UYSAL, “Yemenja Mitinin Grafik Notasyonu”, Dijital baskı poster, 50x70 cm (2025)
Mehmet Uysal: Sanatsal pratiğim, gündelik olanı oyunbaz ve deneysel müdahalelerle dönüştürmeye odaklanıyor. Sıradan nesneler, ritüeller ve anlık karşılaşmalar, işlerimde gerçeküstü bir duyarlılıkla yeniden kurgulanıyor. Grafik tasarım, bilgi tasarımı ve görsel anlatı alanlarında çalışırken, kültürel temsiller ile sezgisel estetik arasında bir denge kurmayı önemsiyorum. Görsel dili hem düşünsel bir araştırma aracı hem de duyusal bir ifade biçimi olarak kullanıyorum. İşlerimde ritüeller, kolektif hafıza ve bireysel deneyimlerin kesişim noktaları öne çıkıyor.
Ahsen Yağmur Kara: Sanatsal pratiğim, bilinçli üretimler yapma fikri etrafında şekilleniyor. Günümüzde Türkiye’de sanat çoğunlukla eğlence ya da bireysel meseleler üzerinden gündeme geliyor. Oysa sanatın asıl gücü, bireysel çıkışların ötesinde toplumsal bir karşı duruşa dönüşebilmesinde yatıyor. Bugün, doğanın yitirilmesi gibi küresel ölçekte bir sorunla karşı karşıyayken, bu gerçekliği göz ardı ederek yapılan üretimler, sanatın anlamını zayıflatıyor. Bu nedenle sanatın piyasa odaklı yönünden ziyade, kolektif bir bilinç oluşturma potansiyeline odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben de kendi pratiğimde doğayı yalnızca bir tema olarak değil, ekolojik bir problem olarak ele alıyorum. İnsan eliyle yaratılan “ikinci doğa”nın, “birinci doğa” üzerindeki olumsuz etkilerini sorguluyor; özne-nesne ayrımı, tüketim ve üretim ilişkileri ile felsefi pratikler üzerinden işlerimi temellendiriyorum. Bu bağlamda üretimlerim resim, fotoğraf ve video çalışmalarından oluşuyor; ancak esas olarak resim pratiği üzerinde yoğunlaşıyorum.
Türkan Öztekin: Pratiğim, parçalanma ve yeniden toparlanma deneyimim etrafında şekilleniyor. Şehir imgeleri, kolaj ve fotoğraf üzerinden bireyin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu kırılgan bağları sorguluyorum. Çalışmalarımda en çok görünme-saklanma ikilemi, emeğin ağırlığı ve içsel çatışmalar öne çıkıyor.
Ayça Buğlagil: Gündelik hayatın içinden ama bir o kadar kopuk ve izole bir atmosfer yaratmaya çalışıyorum. İnsan yapımı nesne ve mekânları insandan arınmış bir şekilde yansıtıyorum. Genellikle resimlerimde tahta, cam, metal gibi atık ve bir belleği olan malzemeler kullanmayı tercih ediyorum.
Gülşah Sözbir: Pratiğimde bireysel bellek ile kolektif hafıza arasındaki ilişkiyi araştırıyorum. Gravür, buluntu imgeler ve doğaya dair gözlemler üzerinden kaybolmuş ya da unutulmuş hikâyeleri yeniden görünür kılmaya çalışıyorum. Çalışmalarımda doğa, aidiyet ve hikâye kavramları ön plana çıkıyor.
AYÇA BUĞLAGİL, “Resim Bölümü”, Kağıt üzerine yağlıboya, 63,5x85 cm (2025)
UNITE’ın “ortak mekân” yaklaşımı sizin pratiğinizle nasıl kesişiyor?
İrem Karagöz Terzi: UNITE’ın “ortak mekân” fikri, benim pratiğimde görsel enformasyonun paylaşılan bir alan yaratmasıyla kesişiyor. Çizgiler ve renk blokları, tekil anlamlar taşımaktan çok, yan yana geldiklerinde bir çeşit kolektif görsel dil oluşturuyorlar. Ortak mekân, burada bir etkileşim alanı olarak işlev görüyor. Her izleyici kendi bakış açısıyla bu görsel kodları çözmeye çalışırken, aslında başkalarıyla aynı alanda yeni anlamlar kuruyor.
Ediz Var: Üretimlerimde alan kavramı merkezde duruyor. Fiziksel ve zihinsel boyutlarıyla alanın nasıl deneyimlendiğini, insan ve nesne ile nasıl bir ilişki kurduğunu araştırıyorum. Bu anlamda UNITE’ın ‘ortak mekân’ yaklaşımı, pratiğimle doğrudan kesişiyor: çünkü işlerim bireysel bir deneyime ve paylaşılan bir mekân algısına da işaret ediyor. Ortak mekân fikri, benim üretimlerimdeki “alanın kolektif olarak deneyimlenmesi” arayışıyla örtüşüyor. Dolayısıyla sergi mekânını sadece bir sunum alanı değil izleyiciyle birlikte yeniden kurulan, dönüşen ve paylaşılan bir alan olarak görüyorum.
Arzu Şemsi Kaygusuz: Kargaların kolektif yaşamı ve doğayla kurdukları bağ, benim için “ortak mekân” fikriyle örtüşüyor. İşlerim mekânla bütünleşerek izleyiciyi içine çeken bir alan yaratıyor. UNITE’ın yaklaşımı da tam olarak bunu destekliyor: farklı üretimlerin yan yana geldiği, paylaşılan bir deneyim alanı.
Eren Kenar: Çoğunlukla izole bir şekilde üreten biri olarak son zamanlarda diğer yaratıcılarla bağ kurmayı daha da önemsemeye başladım. Bu yüzden UNITE’ın farklı disiplinlerdeki sanatçıları bir araya getirmesi bence inanılmaz değerli. Benim için de birazcık çimene dokunma vakti.
Nida Erdoğan: UNITE, güncel sanat ortamında ilgiyle takip ettiğim bir alan. İşlerimde asıl belirleyici olan kendi içimdeki karşılaşmalar; fakat izleyici, bu karşılaşmalarla kendi deneyimlerini örtüştürdüğünde ortaya çıkan his ve kuvvet, benim için üretimin en güçlü geri dönüşünü sağlıyor. Bu geri dönüş, yeni işler üretmemde hem besleyici hem de destekleyici bir alan açıyor. Bu nedenle UNITE’ın izleyicisiyle işlerimin buluşmasından ve sezonu böyle bir sergiyle açıyor olmaktan mutluyum.
Pelin Bulu Yılmaz: UNITE’ın “ortak mekân” yaklaşımıyla kesişim noktam, bu kişisel deneyimin kamusal bir alanda yeniden anlam kazanmasından ileri geliyor. Sergide yer alan “Aslı Gibidir” adlı çalışmamda, kendi bedenimin fotokopilerini arşiv dosyaları içinde mühürleyerek anonim bir belgeye dönüştürüyorum. Kişisel olanın çoğaltılıp standardize edilmesi, yalnızca bana ait bir hafızayı değil, ortak toplumsal deneyimlere de işaret ediyor. UNITE’ın mekânsal ve kavramsal yaklaşımı, farklı sanatçıların üretimlerini bir arada buluştururken bireysel pratikleri ortak bir bağlama taşıyor. Benim çalışmalarım da, izleyiciyle kurdukları tekinsiz karşılaşmalar aracılığıyla, özel olanın kolektif mekânda dolaşıma girmesini mümkün kılıyor. Bu açıdan pratiğim, UNITE’ın “ortak mekân” anlayışıyla doğrudan kesişiyor: kişisel olanın çoğullaşarak kamusallaşması.
Başak Bilgehan: Sanatçı olarak hepimiz bir toplulukta yer edinmeye, görünürlük kazanmaya çalışıyoruz. Her ne kadar resim çoğu zaman bireysel bir iş olsa da sanatçının doğası gereği bir beraberlik şart. UNITE'ın bu beraberliğe alan sağladığını düşünüyorum.
BAŞAK BİLGEHAN, “İsimsiz”, kağıt üzerine serigrafi, 50x23 cm (2025)
Meli R. Öztürk: UNITE’ın kolektif yapısı ve disiplinlerarası yaklaşımı üretim sürecinde benimsediğim yaklaşımlarla örtüşüyor. UNITE’ın “ortak mekân” yaklaşımı; mekanı yalnızca bir sergileme alanı olarak değil, dönüştürücü ve topluluk oluşturucu bir yapı olarak da kurguluyor. Mekânın üretim, paylaşım, sosyal ilişkiler ve eleştiri ağlarıyla kurduğu ilişki pratiğimle kesişen noktaları oluşturuyor.
Pınar Çoker: UNITE’ın “ortak mekân” anlayışı, benim pratiğimle çok doğrudan kesişiyor diyebilirim. Çünkü işlerin varlığını tamamlayan şey, aslında onları çevreleyen mekân ve izleyiciyle kurdukları etkileşim. Fotokromik boyalar ve UV ışık ile ürettiğim serigrafi baskılar, izleyicinin hareketi, ışığın açısı ya da mekânın atmosferi değiştikçe sürekli başka bir yüzünü gösteriyor. Yani iş, tek başına kapalı bir form değil; bulunduğu mekânla yaşayan, onun dinamikleriyle var olan bir yapı. UNITE’ın disiplinlerarası etkileşime ve kolektif üretim süreçlerine alan açması da bu noktada çok anlamlı. Dolayısıyla yalnızca bir sergi alanı olarak değil, işlerin dönüşümüne imkân tanıyan, izleyiciyi de sürecin bir parçası haline getiren bir “yaşayan zemin” olarak görüyorum. Bu da pratiğimin özündeki geçicilik, dönüşüm ve kolektif deneyimle çok güçlü bir paralellik kuruyor.
İrem Deniz: Farklı disiplinlerden işler ve farklı bakış açılarına sahip sanatçılarla bir araya gelmek, yaratıcılığımı besleyecek ortak bir alanda farklı duyguları hissedebilmek benim için çok değerli. Sanatsal pratiğimde içsel çatışmalar, duygular ve dokular ön planda. Serginin yaklaşımı da bu çeşitliliği ve çok sesliliği ön plana çıkardığı için benimle ve pratiğimle kesişiyor. Hem kendi iç dünyamı görünür kılma çabam hem de kolektif bir deneyimin parçası olma isteğim bu sergide ortak bir zeminde buluşuyor.
İRİS NİL AKDAL, “Pulmonata Serisi”, Polimer kil, 30x13x14 cm (2025)
İris Nil Akdal: Bu yaklaşım sayesinde, benim gibi hisseden ve düşünen meslektaşlarımla ortak bir alanda buluşmuş oluyor ve yeni, çağdaş olanı öğrenip anlamak için bir alana sahip olmuş oluyorum.
Mehmet Uysal: Benim için “ortak mekân”, hem üretim sürecinde hem de sonrasında ortaya çıkan karşılaşmalar demek. Bir işi yaparken bireysel deneyimlerimden yola çıksam da onu paylaştığım anda başka hikâyeler, başka hafızalarla buluşuyor. UNITE’ın yaklaşımı da bana bu tür kesişimlerin önemini hatırlatıyor. Çünkü işlerin yalnızca “benim” değil birlikte düşünebileceğimiz, birlikte hissedebileceğimiz alanlar açmasını istiyorum.
Ahsen Yağmur Kara: UNITE’ın “ortak mekân” yaklaşımı, farklı alanlardan fikirleri buluşturan yapısıyla pratiğimle kesişiyor. Çalışmalarımda da ekolojik problematikleri disiplinler arası bir bakışla ele alıyor, bireysel üretimi kolektif bir deneyime dönüştürmeye önem veriyorum. Bu açıdan UNITE’ın iş birliğine ve paylaşmaya dayalı ortamı, üretimlerime anlamlı bir zemin sunuyor.
Türkan Öztekin: Ortak mekân fikri, parçalı deneyimlerin yan yana gelerek yeni anlamlar üretmesiyle pratiğimle örtüşüyor. “Saklambaç” serimin seçilmesi de bu açıdan anlamlı çünkü işlerimde de bireysel hikayeler kolektif bağlamlarda yeniden kuruluyor.
Ayça Buğlagil: Önceliği satış amacı olmayan ve kendi bağlamında var olmaya çalışan bir yaklaşımla sanata tutunmaya çalışıyorum. Unite’ın “ortak mekan” anlayışı ile sanatçı ve sanatseverleri bir araya getirmeyi önemseyen bir alan olmasının, kendi pratiğimle kesişebileceğini düşünüyorum.
Gülşah Sözbir: Ortak mekân yaklaşımı, işlerimdeki anlatıların izleyiciyle buluşarak paylaşılan bir belleğe dönüşmesiyle kesişiyor. Bireysel deneyimlerden yola çıksam da hayvanların ve doğanın tanıklığı üzerinden anlattığım hikâyeler ortak bir mekânda çoğullaşıyor.
“Toplanma Alanı” Sergisi 13.09.2025-27.09.2025 tarihleri arasında UNITE Ortak Mekan’da ziyaret edilebilir.