Emre Zeytinoğlu ile Küratörlük Üzerine
Röportaj: Ülkü Usta
Sergileme yöntemi, koruma, yönetme, bir araya getirme… küratörlük, günümüzde yerlerden ele alınan, kültür sanat ekosisteminin önemli bir parçası. Her bir araya getiren veya sergi hazırlayan küratör müdür? Yaptığı işte ne kadar dürüst ve samimidir? Ülkü Usta’nın sorularıyla; sanatçı, küratör, teorisyen, sanat tarihçisi ve akademisyen Emre Zeytinoğlu ile küratörlüğe bakışını ve alandaki pratiklerine ve sanat sisteminin gelişimine referans verecek eleştirel söylemlerine bir bakış sunuyoruz.
Sanatçıların kendi sergilerinde küratörlüğü üstlendiği oluyor. Siz de aslında hem bir sanatçı hem de akademisyensiniz. Küratörlüğe nasıl başladınız ve bu işi yapmaya devam etmenizin sebepleri neler?
Bir sanatçının ya da bir akademisyenin küratörlük yapması çok olağan bir şeydir. Önemli olan, bir küratörün o sergi için saptadığı konsepte hâkimiyetidir elbette…
Oluşturduğu metin ve o metni destekleyen referanslar, sanatçıya olabildiğince güçlü ve net bir biçimde sunulmalıdır. Öte yandan, küratörün sanatçılar hakkında da bir ön-bilgisi olmalıdır ki o sergiye uygun sanatçıları doğru olarak seçebilsin. Şunu da vurgulayayım: Sanatçıların ya da akademisyenlerin küratörlük yapmasının yanı sıra, sosyologların, felsefecilerin, estetik kuramcıların, siyaset bilimcilerin, bilim insanlarının ya da sanatla ilişki kurabilecek her meslekten kişilerin de küratörlük süreçlerini çok önemsiyorum. Çünkü farklı disiplinlerden gelebilecek küratörler, sanatı klişe konulardan ve söylemlerden kurtarabilir.
Fakat bazen bazı sanatçılar küratörlük yaparlarken, o küratörlük yaptıkları sergiye kendilerini de “sanatçı olarak” katıyorlar; bu bence çok komik bir durum... Yani hem bir sergiye sanatçı seçiyorsunuz hem de kendinizi de seçip o sergiye dâhil ediyorsunuz. Böyle bir davranışı ciddiyetsiz buluyorum.
Ben küratörlüğe nasıl başladığımı tam olarak hatırlamıyorum, ama bunun kendiliğinden geliştiğini tahmin ediyorum. Bazen kendi başınıza çalışırken, metinlerinizi sanatçı arkadaşlarınızla paylaşırsınız ya da onlara fikirlerinizi aktarırsınız. Belki de sanatçılar, sizinle bağlantı kurmaksızın da o metinleri okumuş ya da konuşmalarınızı dinlemiş olabilirler. Eğer bunlar sanatçıların ilgisini çekerse, birlikte bir sergi yapma isteği duyabilirler. Sanırım ilk kez bu şekilde küratörlüğe başladım. Devam etmemin nedeni de gene bu… Kimi zaman yayınladığım yazılar ve kitaplar, sanatçıların ya da galerilerin ilgisini çekiyor ve benim de o konu hakkında küratörlük yapmam isteniyor. Ben de uygun görüyorsam o isteği yerine getiriyorum.
Sizin bakış açınızla küratör kimdir?
“Küratörlük” sözcüğünün tanımı tek bir anlama sığmaz. Özellikle günümüzde bu sözcük son derece sığ bir hâle getirilmişse de aslında çok farklı anlamlara geliyor. Biliyoruz ki “küratör”, sözcüğü Latince bir kökene sahip ve “korumak”, “yönetmek”, “bir araya getirmek” demek oluyor. Hristiyanlığın yayılma dönemlerinden itibaren, bir toplumsal sorumluluk bağlamında bu adı papazlar da üstlenmiştir.
Sergi ya da müze küratörü dediğimizde ise yine “bir araya getirmek” işi ortaya çıkıyor. Ancak bu nasıl olacak? Şöyle: Önce yansıtmak istediğiniz bir düşünceniz olacak ve “bir araya getirme” işini ona göre yapacaksınız; o bir araya getirme sürecini “yöneteceksiniz” yani… Daha önce söylediğim gibi, sanatçıları iyi tanımak gerekiyor; kim hangi konular ile uğraşıyor, hangi düşünceleri ortaya koyuyor ve onların sizinle kurduğu ortak alanlar hangileri? Bu yönetme süreci, bir araya getirdiğiniz sanatçılar ile bir iş birliğini, yani kolektif bir çalışma sürecini de ortaya çıkartabilir, oysa öte yandan son derece tek yanlı bir bakışı da içerebilir. Bu, küratörün tercihidir.
Sergi küratörlüğü, günümüzde bu iki uç arasında geziniyor. Yani bir yanda küratör ve sanatçıların kolektif çalışması, diğer yanda da küratörün sanatçılar üzerindeki mutlak iktidarı… Bugün küratörlük, daha çok profesyonel bir meslek hâlini almış durumda. Yani bir küratör, sanatçıları ve onların yapıtlarını bir düşünce çerçevesinde bir araya toplamaktan daha fazla, organizasyonları nasıl gerçekleştireceği, sponsor firmaları nasıl o organizasyona dâhil edebileceği üzerine çalışıyor. Bir “iş adamı” faktörünü de üstleniyor açıkçası… Bu konuyu hemen “doğru” ya da “yanlış” olarak tartışmak yerine, dünyaya egemen olan ekonomik ve politik sistemin bir analizini yapmak ve sanat tarihi çerçevesinde değerlendirmek, daha yerinde bir yaklaşım olur kanısındayım. Ayrıca “iş adamı” gibi çalışan küratörlerin yanı sıra, bir düşünceyi yansıtmak için bir araya topladığı sanatçılarla entelektüel anlamda iş birliği yapan küratörlerin de olduğunu belirtmem gerekiyor. Ben küratörlük yaparken, sanatçılar ile iş birliği yapmayı seviyorum; dolayısıyla küratörlük mesleğinin profesyonel –yani finans, kurum ve organizasyon- tarafı ile hiç ilgilenmiyorum.
Küratörün eğitimi nasıl olmalı? Küratör belirli bir alanda, zaman diliminde veya sanatta uzmanlaşmalı mı?
Zamanımızda bazı kurumlar tarafından küratörlük eğitimleri veriliyor. Ben de bazen bu eğitim süreçlerine konuşmalar yaparak dâhil oluyorum. Benim orada yaptığım şey, bu işin yalnızca kurumsal koşullar içinde yer almaktan ibaret olmadığını ve asıl konunun, bir küratör adayının entelektüel yanını oluşturması gerektiğini ve sanatçılar ile kurabileceği iş birliği olanaklarını anlatmak. Bunlarla ilgili bazı örnekler verip sanatın ve sanat kuramlarının “çok yönlülüğü” hakkında görüşlerimi aktarıyorum.
Küratör düzenlediği sergiye nasıl bir değer katar?
Belki küratörün o yapıtlara farklı bir yorum getirmesi, onları alışılmış bakış açılarının dışından da gösterebilmesi, sergide bir düşünce zenginliği yaratabilir. Ama bu değişik bakış açılarını destekleyecek sağlam referansların da sunulması gerekiyor. Daha ötesini bilmiyorum.
Küratör sanatçının gözü müdür, düşmanı mı?
“Sanatçının gözü” olduğunu iddia eden küratörler vardır belki… Küratörü “düşman” olarak gören sanatçılar da vardır… Tabii bunlar, karşılıklı çalışma koşullarının doğurduğu tabirlerdir; yani bir küratör sanatçıya kötü duygular aşılıyor, ona bir baskı uyguluyor ve onu zor durumda bırakıyorsa, onunla çalışmazsınız olur biter. Fakat gene de onunla çalışmaya devam ediyorsanız, o halde bir yarar umuyorsunuz demektir ki öyleyse şikâyet etmeniz de anlamsızdır, üstelik inandırıcı da olamazsınız. Sonuçta ister küratör olun ister sanatçı olun, bir sergi her zaman entelektüel bir süreç, politik bir tavır ve bir keyif işidir. Bunun dışındaki durumları pek bilmiyorum.
Geçmişle bugün arasında nasıl köprü kurar, âna nasıl tanıklık eder?
Bu gerçekten benim için önemli bir soru… Şöyle ki: “Geçmiş”, her zaman belli birtakım bilgiler sunar; fakat o bilgiler nasıl oluşmuştur? Ya da bilgileri oluşturanlar, acaba objektif kararlara göre mi metinlerini yazmışlardır? Örneğin tarihteki saptamalar, geçmiş dönemlerin tam bir yansıması mıdır? Sanat tarihi ise bu genel tarih anlayışından farklı mı yazılmıştır? Bunlara her zaman kuşku ile bakmak ve yeniden detaylara dalıp araştırmak gerekir. Ben, sanatçıların artık hayatta olmadığı bir sergiye küratörlük yapıyorsam, yani onlarla konuşmaksızın sanat tarihindeki dönemleri ele almak zorunda kalıyorsam, o tarihe kendi açımdan, kendi ulaştığım farklı bilgilerle, farklı disiplinlere ait metinlerle yeniden bakarım. Çünkü örneğin bir koleksiyon sergisi yapıyorsanız, orada iletişime geçeceğiniz sanatçılar olmayacaktır. O halde sanatçıların yapıtlarının o mekândaki düzeni de yine benim “şimdiki zaman”daki yorumuma bağlı kalır. Bu yorumu da sağlam gerekçelerle bir katalog metnine dönüştürmelisiniz tabii.
Siz sergi düzenleyeceğiniz zaman sanatçıları neye göre belirliyorsunuz, belli tercihleriniz var mı? Eser seçerken sanatçılarıyla nasıl bir iş birliği yapıyorsunuz? Sanatçıların veya kurumların size küratörlük teklifinde bulunduğu oluyor mu?
Daha önce de belirttiğim gibi, büyük oranda sanatçıların ne yaptıklarını ve hangi düşünceler ile hareket ettiklerini biliyorum. İster küratör olun ister olmayın, zaten sanatla ilgiliyseniz ve işiniz buysa, sanatçıları tanırsınız. İlle de arkadaş olmanız gerekmez, ama onları izlersiniz. Açıkçası bir küratörün de sanatçılar ile kurduğu bağ, eş-dost, ahbap ilişkisi değildir; olabildiğince tüm sanatçıların yaptıklarını adım adım öğrenmek, anlamak zorundasınız. Hatta küratörlüğün dışında da onların yapıtlarından kimi zaman yararlanır ve metinlerinizde, kitaplarınızda ve konuşmalarınızda yer verirsiniz. Böylece küratörlük yapacağınız sırada da tüm bilgiler elinizin altında olur. Bu nedenle eğer bir sergi yapacaksam, henüz ilk on ya da on beş dakikada sanatçıları da saptamış olurum. Onların yapıtları zihnimde hemen canlanır. Şimdiye kadar sergi için teklif götürdüğüm hiçbir sanatçıdan olumsuz bir yanıt almadım, çünkü görüyorum ki onlar da kendi ilgi alanları ile karşılaştıklarında heyecan duyuyorlar. Şunu da belirteyim: Ben bir sergi yapacaksam, sanatçıların hangi türde, hangi eğilimde yapıt ürettiklerine bakmam. Bu yapıtlar son derece geleneksel tarzlarda da olabilirler, en yeni teknolojik olanaklarla da üretilmiş olabilirler. Yani mekânda bir enstalasyon ile bir resim, bir video ile bir heykel, bir yapay zekâ tasarımı ile bir hazır nesne vb. yan yana durabilir. Önemli olan, o yapıtların sizin konseptiniz hakkında ne söyledikleridir.
Bir akademisyen olarak yol gösteriyorsunuz, hem sergiler düzenliyor zaman zaman onlar için panel yapıyorsunuz, bunu yanı sıra her şeyden önce bir sanatçısınız. Sizce bir küratör sanatçının yaratma sürecine karışabilir mi? Siz böyle bir yol izlediniz mi?
Bu soruya kesin bir yanıt vereyim: Bir küratörün, bir sanatçının atölyesindeki yaratma sürecine karışması asla söz konusu olamaz. Küratör, aynı zamanda sanatçı bile olsa bu kabul edilemez. “Sanatçı” ve “küratör” sözcüklerini birbirine karıştırırsak, çalışma sürecini toparlayamayız. Çünkü bir küratör, o entelektüel sürece ne kadar katılıyorsa katılsın, sanatçı gibi çalışmaz. Sanatçı da küratör gibi çalışmaz. Fakat şu olabilir: Eğer bir konu üzerinde bir süredir konuşuyor ve tartışıyorsanız, sanatçı da bu doğrultuda bir düşünce oluşturabilir ve sonradan yepyeni bir yapıt ortaya koyabilir. Şuna dikkat çekeyim: Bu konuşmalar sırasında henüz siz bir küratör olarak konuşmuyorsunuzdur; sanatçı da “nasıl bir iş yapayım?” diye sizden öneri beklemiyordur. Ama tüm iletişim sürecinin sonucunda bir sergi yapmaya karar verirseniz ve bu yapıt da sergiye girerse, bu, küratörün yönlendirmesi demek değildir; ortak bir üretim sürecinin sergiye taşınmasıdır. Yani sonuçta bir küratör, “bu sergideki işin şöyle olmalı” diye sanatçıya bir baskıda bulunuyorsa, böyle bir durum iki taraf için de çok amatörce, hatta cahilce olur.
Örneğin 1990’lı yıllarda, benim sanatçı olarak yer aldığım ve Ali Akay’ın da küratör olduğu bazı sergileri hatırlıyorum. Küratörün ve sanatçıların, farklı mekânlarda toplanıp aynı konsept çerçevesinde aylarca konuşup tartıştığı konulardı bunlar… Ve sonuçta, bir sergiye karar verildiğinde, tüm yapıtlar ve üstelik Ali Akay’ın metni bile, bu zaman içinde bazı değişikliklere uğramıştı. Bu deneyime benzer bir durumu Vasıf Kortun’un küratörlüğünü yaptığı bir sergide de yaşamıştım. Gerçi şimdi onlar da hâlâ o zamanki yöntemle mi çalışıyorlar? Onu bilmiyorum. Böyle bir yaratma sürecinden yanayım, yoksa sanatçılar küratörün dayattığı mutlak düşüncelere uyum sağlamak zorunda değil.
Bir sergi süreci nasıl ilerliyor?
Çok kolay ilerliyor. İster birileri benim bir metnim üzerine bir sergi istesin, ister ben yeni bir metin oluşturayım, zaten o metinle bağlantılı olabilecek sanatçılara önce o metni gönderiyorum ve ilgilenip ilgilenmeyeceklerini soruyorum. Sonra sanatçıların soruları oluyor, onlarla konuşmalar yapıyorum. Ardından da galeri –ya da kurum- yapıtları galeriye taşıyor, ben de onların mekânda nasıl yer almaları gerektiğine karar veriyorum. Sergi açıldıktan itibaren de konsept üzerine konuşmalar yapılıyor, röportajlar gerçekleştiriliyor. Hepsi bu kadar.
Sergi hazırlarken tercih ettiğiniz bir yöntem var mı?
Öncelikle bir metin hazırlamak, o metin üzerinde bir süre çalışmak, konsepti zihninizde iyice netleştirdikten sonra da sanatçıları seçip onlarla bağlantı kurmak… Bu süreci de sergi açacağınız galeriye ya da kuruma bildirmek… Eğer galeri ya da kurum o konsepte ve sanatçılara sıcak bakmaz ve bazı şeyleri değiştirmeye kalkarsa ya da sanatçıların gereksinimlerini karşılamakta zorluk çıkartırsa, sergiden vazgeçip eve dönmek…
Siz bir sergiyi ziyaret ettiğinizde küratörü ya da sergileme yöntemleri ile ayrıca ilgilenir misiniz?
Katalogda ya da broşürde, küratörün ve sanatçıların kim olduklarına önceden bakarım tabii… Eğer özellikle küratör, daha önce metinlerini ya da kitaplarını okuduğum ve ilgilendiğim biriyse, sergiye olan ilgim biraz daha artabilir. Sonra da sanatçıların yapıtlarına dalarım. Bu arada sergileme yöntemi, metinde özellikle vurgulanan bir durum ile uyum gösteriyorsa, yani metinde belirtilenler sergileme yöntemini de etkilemişse, o zaman sergiden aldığım keyif katlanarak artıyor. Daha önce söylediğim üzere, sözgelimi bir küratör, sanat tarihine farklı bakmış, kendine göre bir sonuç çıkarmış ve sergilemeyi de o varmış olduğu sonuca göre uygulamışsa, bu hayli ilginç bir sergiye dönüşebilir.
Küratörlüğün sanatınıza nasıl bir katkısı oldu?
Kendi bakış açıma göre, sanatçı tavrı ile küratörlük tavrını ya da kitap yazma süreçlerini ayrı ayrı şeylermiş gibi düşünmüyorum. Eğer küratörlük, sanatçıları sürekli izlemeyi gerektiriyorsa ve onlarla iş birliğine yol açıyorsa, bu durum sanatınızı da yakından ilgilendirir kuşkusuz. Ayrıca, sergiler dışında yaptığınız kuramsal çalışmalar da –ki bence, sergilerden bağımsız olarak bu hep sürdürülmelidir- hem küratörlüğünüze hem de sanatçı kişiliğinize büyük katkılar yapar. Olası sabit fikirlerden sizi kurtarır.
Sanatın iktidarını sizce küratörler mi belirler?
Tarihte sanatın iktidarı hiçbir zaman olmadı. Yani o, tek başına hiçbir şeye hükmedemez, hiçbir şeyi değiştiremez ve belirleyemez. Bunu konuşup tartışmak, geniş bir zamanı gerektirir. Ama iktidarların sanatları hep olmuştur. Tabii burada “iktidar” derken, bir siyasi partiyi ya da bir diktatörü filan kastetmiyorum; “iktidar” dediğimiz şey, her yaşamsal faktörü içine alıp yöneten ve kendisine mal eden bir sistemdir ki sanat da bunların içine girebilir. O halde eğer bugün sanat ve iktidar ilişkisinden söz edeceksek, günümüz sermaye sisteminin işleyişine bağlı kalan ya da o sistemin etkisinden kurtulamayan sanatı düşünmeliyiz. Ve sanat, o iktidar yöntemlerinden kendisini kurtaramıyorsa, elbette küratörler de bu dönemin iktidar temsilcileri olarak beliriyor. Fakat bir kez daha söyleyeyim: Bugün sistem dışı hareket eden sanatçıların ve farklı yöntemler izleyen küratörlerin varlığını da hiç unutmamak gerekiyor.
Bu söyleşi, 07.06.2024 tarihinde Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, yüksek lisans programı, Dilek Karaaziz Şener’in yürütmüş olduğu (CAM530) Sergi Yapımcılığı dersi kapsamında yapılmıştır. UniteMag’de yayınlamaya izin verdikleri için Dilek Karaaziz Şener ve Emre Zeytinoğlu’na teşekkür ve saygılarımla.