The LIbretto SocIety : İki Dünya Arasında

Opera ve edebiyat, aynı kalbin iki ritmi gibi.
Bu seride operanın peşinden gidiliyor ama her zaman bir kitap açılıyor önce.
Sonra sözler çözülüyor, anlam derinleşiyor, sahne sesle doluyor.
Ses duyuluyor.
Hikâye anlatılıyor.
Perde aralanıyor.
Ve izleyici, iki dünya arasında kalıyor.

The Libretto Society, operayı yalnızca müziğin etkisiyle değil, edebiyatın düşünsel derinliğiyle de sahneye taşıma ihtiyacından doğdu. Her opera eseri bir edebi esere dayanır. Tarih boyunca opera, yalnızca müziğin değil edebiyatın da sahnesi oldu. Mozart’ın Don Giovanni’sinden Verdi’nin Othello ve Macbeth’ine, Figaro’nun Düğünü’nden Bellini’nin I Capuleti e i Montecchi’sine kadar pek çok başyapıt, temellerini tiyatrodan, romandan ya da şiirden aldı. Yine de bu edebi kökenler çoğu zaman yalnızca bir arka plan olarak kalır.

Edebi ya da sahne metni analizi, yalnızca içeriğe değil, o içeriğin nasıl kurulduğuna bakmayı gerektirir. Bir karakter neden o şekilde konuşur? Sessizlik nerede başlar? Çatışma hangi yapının içinde ilerler? Bu sorulara yaklaşırken anlatı kuramları, yapısalcı çözümlemeler, feminist ve tarihsel okumalar birer araç olarak kullanılır. Bir karakterin eylemi, sadece dramatik değil; ideolojik olabilir. Bir diyalog, sadece sahneyi değil; dönemin düşünce yapısını da yansıtabilir. Yani sahnede olup biten şey sadece müzikle ilgili değil, bir düşünme biçimiyle, bir bakış açısıyla, bir anlatı kurgusuyla da ilgili. Anlatılmak istenen tam olarak şudur: operanın metni de düşünülmeyi hak eder.  The Libretto Society sahnede üç ayrı disiplini bir araya getiriyor: edebi anlatı, aryalar ve piyano. Her performans, Ezgi Yılmaz’ın anlatısıyla başlıyor. Bu anlatı, sahneye çıkacak eserin tarihsel bağlamını, karakter yapılarını ve tematik katmanlarını izleyiciyle paylaşmayı amaçlıyor. Ardından, Ezgi’nin sahnede edebi çözümlemesini yaptığı noktada, Petek’in sesiyle bir arya duyulmaya başlıyor. Seçilen arya, anlatının içinde yer alan bir kırılma anını ya da karakterin duygusal çıkışını temsil ediyor. Petek bu sesi sahneye taşırken, Zeynep Ülbegi’nin piyanosu canlı olarak eşlik ediyor. Piyano, anlatıdan aryaya geçişte hem duygusal bir köprü hem de müzikal bir zemin sağlıyor. Bu üçlü yapı sayesinde metin, ses ve düşünce aynı anda sahnede yer buluyor.

Ezgi Yılmaz, Petek Ersavaş

The Libretto Society, sahnedeki anlatı yolculuğuna üç eserle başladı. Mozart’ın Le Nozze di Figarosu, Rossini’nin Tancredisi ve Bellini’nin I Capuleti e i Montecchisi, projeye hem biçimsel hem de tematik çeşitlilik sundu. Her biri farklı dönemlerin, farklı edebi kaynakların ve farklı anlatı yapıların taşıyıcısıydı.

Mozart’ın Le Nozze di Figarosu, yalnızca hafif bir komedi değildir; sınıf çatışması, kadınların temsil biçimleri ve Aydınlanma düşüncesiyle örülü bir yapı sunar. Bu yorumda hizmetçi sınıfının ses kazanma çabasına, kadın karakterlerin sözü hangi yapılar içinde aldıklarına ve metnin ironik katmanlarına odaklanılır.

Figaro, sahnede toplumsal hiyerarşinin altüst olduğu bir sahne metni olarak ele alınırken, Susanna’nın “Deh, vieni, non tardar” aryası, piyano eşliğinde metnin içindeki duygusal oyunları, sessiz stratejileri ve zarif hâkimiyeti görünür kılar. Romantik ve neoklasik çizgiler arasında kurulan Tancredi, biçimsel sadeliğin içinde yoğun bir içsel çatışma taşır.Karakterlerin idealist tutumlarının ardındaki bastırılmış arzulara ve savaşın ortasında kalan bireysel yalnızlığa odaklanılır. Metin, Voltaire’in tragedyasından yola çıkarak tarihsel ve anlatı düzleminde çözümlemeye açılır. Amenaide’nin haksız yere suçlanıp hapsedildiği sahnede, “Di mia vita infelice” aryası duyulur. Bu arya, karakterin savunmasızlığını ve onur mücadelesini sahneye taşır; ses ve piyano aracılığıyla bu adaletsizliğin duygusal yükü izleyiciyle buluşur.

Shakespeare’in Romeo and Juliet’i, bireysel aşkın trajedisi kadar, toplumsal yapıların birey üzerindeki baskısını da ortaya koyar. Bu yapı içinde Romeo’nun kişisel arzularıyla onu kuşatan kimlik yapıları arasındaki gerilim, kaçınılmaz bir çöküş fikriyle birleşir. Yapının dramatik öğeleri, Shakespeare’in trajik karakter anlayışı çerçevesinde çözümlenir; karakterin yazgısı ile içsel çatışması arasındaki bağ sahnede düşünsel bir zemine taşınır. Bu anlatının ardından Bellini’nin I Capuleti e i Montecchi operasından alınan “Eccomi in lieta vesta... Oh quante volte” aryası duyulur. Arya, Giulietta’nın bastırılmış arzularını ve trajedinin sessiz yükünü, metinsel çözümlemenin duygusal karşılığı olarak görünür kılar.

The Libretto Society, bir sahne pratiği olmaktan öte, anlatının düşünsel gücüne inanan bir girişimdir. Metni, sesi ve yorumu bir araya getiren bu yapı, operayı yalnızca estetik bir deneyim değil; düşünsel bir diyalog olarak sahneye taşır. Bu serüvenin her yeni adımı, seyircinin yalnızca izleyici değil; anlatıya ortak bir düşünür olduğu sahnelere açılır.

The Libretto Society, yalnızca sahnede değil, düşünsel alanda da büyümeye açık bir girişim olarak şekilleniyor. Bu üçlü yapı, yalnızca sahneyle sınırlı kalmadan, ilerleyen dönemde bir podcast kanalına da evrilecek. Eser çözümlemelerinin daha geniş bir kitleye ulaştığı, anlatı kuramlarıyla opera tarihinin buluştuğu bölümlerle, bu üretim yeni bir mecrada devam edecek. Ayrıca The Libretto Society, gelecekte yalnızca üç eserle sınırlı kalmayıp, her dönem bir yapıta odaklanan daha kapsamlı çalışmalara dönüşmeyi amaçlıyor. Farklı opera sanatçılarıyla iş birlikleri kurmak, sahneye yeni sesler ve perspektifler taşımak bu projenin bir sonraki adımlarını oluşturuyor.

The Libretto Society için bu daha başlangıç. Hikâyenin sahnede, seste ve sözdе çoğalacağı yeni yollar şimdiden beliriyor.

Sonraki
Sonraki

BULUŞMA – AÇIK ATÖLYE ANKARA